GÖZKULAK GİBİ AZALARIN TERBİYESİ (PEYGAMBER EFENDİMİZİN SÜNNETİNE GÖRE) Adab-ı Muaşeret ile İlgili Kitap Tavsiyesi. TIRNAK KESME ADABI (PEYGAMBER
Mekke’de tavafını yaptı, Safa ile Merve arasında say yaptı. Manevî bir hazla son umresini doya doya gerçekleştirdi. Daha sonra Medine’ye giderek Resulullah Efendimizin mübarek kabrini ziyaret etti. Cennet Bahçesi denen mekânda namazını kıldı. Ardından bu kutlu beldede, Resul-i Ekrem’in diyarında son nefesini verdi.
İÇİNDEKİLER/ CONTENTS • Mahmud Erol KILIÇ - Takriz • Yavuz Selim UZGUR - Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Fütüvvet • Ali BOLAT - Bir Kavram ve Teşkîlât Olarak Fütüvvet • Mehmet ŞEKER - Fütüvvet Teşkîlâtının Târihçesine Genel Bir Bakış: Fütüvvet, Alplık,
Peygamber Efendimiz hayatı ve davranışları ile insanlığa örnek olmuş, içinde bulunduğu ve kendinden sonra gelen toplumları iyiye, güzel yöneltmiştir. İşte Peygamber Efendimiz'in
MuhacirlerleEnsâr Arasında Kardeşlik Kurulması. Allah rızası için her şeyini geride bırakıp Medine’ye hicret etmiş bulunan muhacir Müslümanlara, Medineli Müslümanlar (ensar) muhabbet ve samimiyetle kucaklarını açmışlardı. Ellerinden gelen her türlü yardımı onlardan esirgememişlerdi, esirgemiyorlardı.
CEVAP: Efendimizin “Mariye” ile evliliği, Uydurma hadisler nedeniyle, Müslümanlara en çok saldırılan konulardan biri olmuştur. Oysa Mısır hükümdarı Mukavkıs’a efendimiz İslam’a davet mesajı gönderince, o da bir hediye olarak “Mariye ve Şirin” adlı iki kardeşi efendimize cariye olarak gönderir.
VNd6KV.
Adamın biri sabaha karşı okyanus sahilinde, güneşin doğuşunun keyfini çıkarmak için sahile inmiş. Uzakta sahilde birini görür. Biraz yaklaştığında sahile vuran deniz yıldızlarını okyanusa atan bir çocuk olduğunu fark eder. Çocuğa yaklaşarak sorar -Deniz yıldızlarını neden okyanusa atıyorsun? Çocuk der ki – Güneş yükseldi İki erkek kardeşin hikayesi, birlikte çalıştıkları babalarından kalma çiftlikte geçiyordu. Kardeşlerden biri evliydi ve beş çocuğu vardı. Diğer kardeş ise bekardı. Her günün sonunda iki kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi. Günün birinde bekar kardeş şöyle düşündü; – Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak Bir gün, adam ormanda gezerken bir kelebeğin kozasından çıkmaya çalıştığını gördü. Kozasındaki küçük delikten çıkmaya çabalayan kelebeği saatlerce izledi. Sonra adam, kelebeğin kozadan çıkmak için çabalamaktan vazgeçtiğini, gücünün kalmadığını düşündü. Kelebeğe yardım edeyim de kolayca çıksın diye düşündü ve kozadaki deliği daha rahat Hz İbrahim peygamber, kral Nemrut’ a karşı gelmiş. Nemrut, ne güçlü ve acımasız bir kral olduğunu herkes görsün anlasın diye Hz ibrahim in ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki bulutlara kadar yükselmiş. Bütün Çölde devesiyle birlikte yürümekte olan bir çöl insanı güçlükle hareket eden, susuzluktan ölmek üzere olan bir adama rastlamış. Adam Allah rızası için su istemiş. Devesinden inip bir çare adama suyundan vermiş. Suyu içen adam birden çöl insanını ittiği gibi deveye atlayıp kaçmaya başlamış. Çöl Seyyahın yolu uzak bir diyarda şirin bir köye düşer. Köylülere, tanrı misafirini ağırlayacak biri var mı diye sorar. Köylüler, seyyaha ancak çiftlik sahibi Süleyman diye birinin yardımcı olacağını ve oraya gitmesini söylerler. Seyyah yoldayken birkaç köylüyle daha sohbet eder. Köylülerden Süleyman’ın, o yörenin en zenginlerinden Dervişe bir gün sormuşlar – Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? Size farkı gösteriyim deyip, önce sevgiyi dilden kalbine indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi sofrada yerlerini almışlar. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş Suyu çok seven, günün büyük zamanını suda serinleyerek, oyunlar oynayarak geçiren sevimli su aygırı, bir gün oyun oynarken ayağını incitmiş. Doktor ona dinlenmesini ve uzun süre evden çıkmamasını söylemiş. Bütün arkadaşları nehrin etrafından hiç ayrılmadıkları için, evde ona yardımsever mavi kuş bakıyormuş. Yemeğini yediriyor,
Azîz Mahmûd Hüdâyî bir gün, Sultan Ahmed Hanla sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tâzelemek istedi. İbrik ve leğen getirdiler. Pâdişâh hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu döktü. Sultan Ahmed Hanın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı. Vâlide Sultan kalbinden; “Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin bir kerâmetini görseydim.” diye geçirmişti. Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Vâlide Sultan’ın gönlünden geçenleri anlayarak; ” Hayret! Bâzıları bizim kerâmetimizi görmek isterler, Halîfe-i rûy-i zemîn’in elimize su döküp, muhterem vâlidelerinin havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?” buyurdu.
Büyüklere saygı ile ilgili kıssalar Ahiret Yolcusu Büyüklere saygıyla ilgili kıssalar İnsanı anne-baba yapan çocuklar İlk insandan beri çocukların anne-babayı eğiten, yetiştiren önemli birer öğretmen olduklarını fark ettiniz mi? Her sözümüzü ve hareketimizi tekrar bize yansıtan çocuklarımız, sorumluluklardan kaçan, hayatı ciddiye almayan genç insanları eğitiyor, şefkat kahramanları haline getiriyor. Genellikle “Ana-baba Okulu” şeklinde afişler, yazılar vs. ile ana-baba adayı ya da bizatihi ana-baba olan eşlere, profesyonel bir ana-baba olma hususunda bilgiler veren, metotlar öğreten seminer programlarını duymuş ve belki de bunlara katılmışsınızdır. Peki, evdeki çocuğunuzun sizi eğittiğini, size bir şeyler öğrettiğini hiç düşündünüz mü? Ya da böyle bir şeyin olabileceğini hiç hesaba kattınız mı? Cevabınız ne yönde olursa olsun, rahatlıkla söyleyebiliriz ki, insanlık tarihinin var oluşundan beri ana-babalar evlatlarını besleyip büyüttüğü, yetiştirip eğittiği gibi, çocuklar da ana-babalarının yetişmelerine önemli katkılar sağlamışlardır. Dilerseniz gelin, tarihin sayfalarını birer birer çevirerek, geçmişte yaşamış en önemli örnek şahsiyetler olan peygamberlerin hayatlarından kesitler sunarak konuya açıklık getirmeye çalışalım. Oğlunun sevgisiyle imtihan oldu Peygamberler, Allah Teala’nın kulları arasından seçtiği ve farklı özelliklerle donattığı üstün nitelikli insanlardır. Ancak onlar, bu üstün özelliklere sahip olmakla beraber insandırlar ve insanlara örnektirler. Dolayısıyla yaşadıkları ve karşılaştıkları olaylar esnasında sergiledikleri tavırlar bizim için son derece değerli eğitim prensipleridir. Bu bağlamda, ilk örneğimiz Hz. İbrahim’dir İlerlemiş yaşına rağmen, kendisine bahşedilen evladı İsmail’i gün gelip de Allah yolunda kurban etmesi emredildiğinde, Hz. İbrahim için, öncekilerden daha çetin bir sınav söz konusuydu. Kısacası Hz. İbrahim, ciğerparesinin sevgisiyle imtihan ediliyordu. Verdiği söze sadakat ve karşılaştığı imtihana sabır, en yalın şekliyle tecelli etmişti Hz. İbrahim’in hayatında… Ve onun yaşadığı sınavı başarıyla atlatmasına, oğlu İsmail vesile olmuş, baba-oğlun, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için candan ve canandan vazgeçmeleri, anlamlı bir destana dönüşüp hatıra kalmıştı, sonraki nesillere… Konuyla ilgili ayetler için bkz. Saffât Sûresi, 101, 102. ayetler Hz. Yakub’u bir düşünün… Gözbebeğinden aziz bildiği yavrusu Yusuf’u, üvey kardeşleri “kurt yedi” yalanıyla ayrı düşürmüştü kendisinden… Ve Hz. Yusuf da, babası için bir sabır imtihanı olmuştu. Hz. Yakub, gözlerine perde inmesine sebep olacak ağlayışlarla ağlamış, fakat isyan namına tek söz etmeden “Artık bana düşen ancak sabrın en güzeliyle sabretmektir” demişti… Günler ayları, aylar yılları kovalamış, sonunda gösterdiği sabır, Mısır’a sultan olan oğlunun tahtına oturduğu gün sona ermişti. bkz. Yusuf Sûresi, 17, 18, 99, 100. ayetler Efendimiz’e gözyaşı döktüren imtihan Asırlar sonra, peygamberler neslinden süzülerek gelen Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed de, evladı İbrahim ile aynı sınavdan geçirilmişti. Hatırlayacağınız üzere, Hz. Mariye’den dünyaya gelen oğlunun doğumuna çok sevinmiş ve “ona Peygamber babam İbrahim’in adını verdim” demişti. Medine’nin kenar mahallesinde bir sütanneye verdiği küçük yavrusu İbrahim’i her gün görmeye gidiyor, varınca bağrına basıyor ve koklayarak öpüyordu. Bir gün bebek İbrahim hastalanarak can çekişmeye başlayınca Peygamber Efendimizin gözlerinden yaşlar boşandı. Daha süt emme çağında bir bebek olan İbrahim’in kabre konuluşu esnasında Sevgili Peygamberimizin dilinden dökülen şu sözler, evladı ile sınanan müminler için önemli bir örnekti. “Gözümüz ağlıyor, gönlümüz mahzun… Fakat biz Rabbimize isyan olacak hiçbir şey söylemeyiz. Ah İbrahim! Senden ayrılışımız bizi ne çok üzdü, bir bilsen…” Çocuk, hayatı öğretiyor Yukarıda sıralanan örnekler, çocuklarımızın öğretmen oldukları ana-baba okulunda vazgeçilmez ön şartın zorluklar ve sınamalar karşısında sabır göstermek olduğunu ortaya koyuyor. Aslında Allah Teala, her zorlukla beraber kolaylığını da ihsan ediyor. Bu kolaylık sebebiyledir ki anneler-babalar, doğumuyla birlikte yuvalarına ayrı bir hava getiren, gönüllerine sürûr bahşeden bebeklerinin, kendilerine yaşattığı farklı zorlukları hiç şikayet etmeden aşabiliyor, gecenin bir vaktinde ağlayıp da anne-babasını tatlı uykularından uyandıran bebeğin rahatı ve huzuru için seferber oluyorlar. Yapılan birtakım araştırmalar, anne baba olmadan önceki hayatlarında sorumluluk almayan, daha ziyade ferdiyetçi bir anlayışla “hayatını yaşamak” isteyen pek çok kişinin, evlenip yuva kurduktan sonra dünyaya gelen evlatlarıyla birlikte sorumluluk almaya başladıkları ve evlatları vesilesiyle kişiliklerindeki eksik tarafları tamamlayıp, potansiyel olarak sahip oldukları özellikleri ise geliştirdiklerini gösteriyor. Önce anne baba düzelmeli Bu itibarla diyebiliriz ki, evlatlar, anne babaları için bir okul gibidirler. Ebeveyn bir bakıma kendi nefsinde gizli duran, pek açığa çıkmayan, türlü türlü huysuzlukları, inatçılıkları, çekememezlikleri, kıskançlıkları, o çok sevdikleri yavrularında en açık ve yalın haliyle seyretme imkanını buluyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, her anne baba, aynı başarıyla bu eğitimi tamamlayamıyor. Bu konuda başarının olmazsa olmaz ön şartlarından biri de anne-babanın çocuğunda gördüğü olumsuzlukların, kendi nefsiyle ilişkisinin ve bağlantısının ne kadar olduğunu sorgulamasıdır. Onların ne kadarının kendisinde de bulunup bulunmadığını kontrol etmesidir. Çocuğa karşı edepli olmak Bize bir anlamda hayatı öğreten çocuklarımızla ilişkimiz hem onun hayatını hem de kendi hayatımızı şekillendiriyor. Ebeveyn-çocuk ilişkisinde ebeveynin her hareketi, çocuğundan kendisine yansıyor. Bu nedenle her hareketin belli bir bilinçle, düşünerek yapılması gerekiyor. Çocuğun anne babasıyla, büyükleriyle muhatap olurken uyması gereken bir adab-ı muaşeret, diğer adıyla görgü kuralları olduğu gibi, ebeveynin de çocuğa karşı dikkat etmesi gereken edeb kuralları vardır. Kur’an ve hadislere baktığımızda bu konuda orijinal hususlarla karşılaşırız. Hayatın tamamını kuşatan İslam dini, kişinin kendisi, ailesi ve toplumuyla alakalı ilişkilerde birtakım kurallar belirlemiş, bunu gerek Kur’ân-ı Kerim ayetleri, gerekse Hz. Peygamberin hadisleriyle ortaya koymuştur. Sözgelimi, ebeveynin evladına hitap şekli Kur’ân ayetleriyle belirlenmiştir. İstisnasız her hitapta, evlada “Yavrucuğum/ Oğulcuğum” anlamına gelen “Yâ Büneyye” ifadesi yer almaktadır. Bu ise, şefkat ve muhabbetin en anlamlı ve en yalın ifadesidir. Örnekler için bkz. M. Emin Ay, Ailede ve Okulda İdeal Din Eğitimi, Aynı uygulamayı Sevgili Peygamberimizin hayatında da görmekteyiz. Kâinatın Efendisi de çocuklara hitap ederken sevgi ve şefkat dolu ifadeler kullanmıştır. Çocuğun kişiliğine saygı göstermeli İnsanoğlunun çocukluk döneminde en çok muhtaç olduğu şey sevgidir, ilgidir. Sevgi için eğitimciler “büyüme vitamini” derler. Çocuğun ailesi vasıtasıyla toplum içinde sosyalleşebilmesi için önce aile ortamında kendini güvende hissetmesi gerekir. Bunun için de öncelikle çocuğun duygusal açıdan doyurulmuş ve tatmin edilmiş olması icab eder. Duygusal anlamda tokluğu sağlayan en önemli unsur ise sevilmesi ve sevildiğinin ona hissettirilmesidir. Gerçekten çocuğa karşı hitap şeklindeki bu incelik bile anne babalara bu önemli konuda anlamlı bir katkıda bulunmaktadır. Ebeveynin evladından saygı görebilmesi için, önce onun kişiliğine, duygularına ve “çocukça” da olsa düşüncelerine ve fikirlerine saygı duyması gerekir. Fikirleri alınan çocukların belli bir ikna sürecinden sonra görüşleri uygulamaya konulmasa bile kendilerine değer verilerek onlardan fikir alınması, duygusal anlamda çocukların doymasına yetmektedir diyebiliriz. Kızını görünce ayağa kalkan bir baba İnsanlık tarihinde baba-evlat diyalogunun en güzel örneği olan Sevgili Peygamberimiz sav ile küçük kızı Hz. Fatıma arasında yaşananlar, sevginin ve saygının önce büyükten geldiğini ve öncelikle büyükten gelmesi gerektiğini eşsiz güzelliğiyle ortaya koyan nice tablolara sahiptir. Bir peygamber düşünün ki, kızı geldiğinde ayağa kalkıyor, ellerinden tutup alnından öpüyor ve ona saygı duyduğunu, değer verdiğini göstermek için sırtındaki hırkasını yere serip üstüne oturtuyor! Tarihî kaynaklar, kendilerini ziyarete geldiğinde bu davranışların benzerini Hz. Fatıma’nın da Sevgili Peygamberimize gösterdiğini aktarmaktadır. Bilgi için bkz. Ay, Şefkat Peygamberi Sözlerimizi, getirdiği din ile tüm insanlık alemine insanlığı, anne-baba olmanın önemini ve değerini öğreten Sevgili Peygamberimizin bir tavsiyesiyle bitirelim. “Evladının, kendisine iyi davranması hususunda ona yardımcı olan ana-babaya Allah Teâlâ da rahmetiyle, merhametiyle muamele etsin…” Cevap Büyüklere saygı ile ilgili kıssalar Ahiret Yolcusu Büyüklere saygının âdâbı Büyüklere saygı göstermek İslâm’ın en büyük ahlâki dusturlarındandır. Büyüklere saygı göstermemek âhir zaman alâmetlerinden sayılmıştır. Büyüklere saygı göstermek İslâm’ın esaslarındandır. İbn Abbas ra Peygamberimiz asm’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir “Büyüklerimize saygı göstermeyen, küçüğümüze merhamet etmeyen, iyiliği emredip, kötülükten nehyetmeyen bizden değildir.” Ahmed, Tirmizi, İbn Hibban Bir hadîste de “İlim öğreniniz. İlim için sekinet ve vakar da öğreniniz. Kendisinden ilim öğrendiğiniz kişiye de mütevazî olunuz saygılı olunuz.” Taberânî Diğer bir hadîste de “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa, bir kavmin büyüğü geldiğinde ona ikramda bulunsun ve saygılı olsun” Büyüklerimize veya içimizden seçilmişlere itaat edilmelidir. “Ey îman edenler! Allah’a itaat edin; peygambere ve sizden olan ulü’l-emre emir sâhibi idârecilerinize de itaat edin! O hâlde bir şey hakkında ihtilâfa düşerseniz, Allah’a ve âhiret gününe îman ediyorsanız, artık onu Allah’a ve peygambere arz edin! Bu hem hayırlı, hem de netîce itibârıyla daha güzeldir.” Nisa, 59 Hiçbir konuda büyüklere tekaddüm öne geçme ve geçirme olmamalıdır. “Ey iman edenler, Allah ve Resûlünün huzurunda öne geçmeyin. Allah’tan korkun, çünkü Allah her şeyi hakkıyla işiten ve bilendir.” Hucurat, 1 Bunu a Din ve dünya işlerinde söz ve fiil olarak büyüklerden önce bir şey yapmaya kalkışmamak b Büyüklerin konuşması ve karar vermesi gereken bir konuda onların önüne geçmemek şeklinde anlayabiliriz. Büyüklerin yanında konuşurken yüksek sesle konuşmamak. Mümkün olduğu kadar saygı, ağırbaşlılık, sükûnet, edeb ve izinle konuşulmalıdır. a Yüksek sesle konuşma büyüklere karşı saygısızlıktır; hem büyüklerin ihtiramını nefyeder. b Bir mecliste çok konuşan kim ise, mütekellim odur. Büyüklerin yanında çok konuşulursa nazarlar oraya çevrilir. Bu da büyüklerin huzur edebine zıddır. “Ey iman edenler, seslerinizi peygamberlerin sesi üzerine çıkarmayınız.” Hucurat, 2 Büyükleri çağırırken herhengi bir kimseye hitabedercesine hitab edilmemeli lâkaplarıyla ve ismiyle çağrılmamalıdır. Mümkünse makamıyla veya ihtiram ifade eden sözlerle hitap edilmelidir. “Birbirinize yüksek sesle çağırdığınız gibi O’na da yüksek sesle çağırmayınız. Sonra amelleriniz boşa gider de farkında olamazsınız.” Hucurat, 2 Büyüklerle konuşurken kesin ve net konuşulmalı, argo ve başka anlamlara gelecek mânâlardaki kelimeler kulanılmamalıdır. Büyüklerle konuşurken onlara layık olduğu makam ve sözlerle hitap edilmelidir. Büyüklerden bir şey istenirken kibar, nazik olmalı merhamet ve sevgilerini celbedecek sözlerle istenilmelidir. Büyükler, istirahat saatinde veya uygun olmayan bir vakitte hanelerinde rahatsız edilmemelidir. Bedîüzzaman Hazretleri istemediği zamanda ziyarete gelenler için şöyle der “Hem bende bir tevahhuş var; herkesi, her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor.. o da hoşuma gitmiyor.” Mektubat, 10 Büyüklerin hanesine, makamına, hususi odasına veya sofrasına izin alınmadan veya davet edilmeden girilmemelidir. “Ey îmân edenler! Vaktini gözetleyici kimseler olmadan, yemeğe sizin için davet yapılmadıkça peygamberin evlerine girmeyin! Fakat çağrıldığınız zaman, artık girin; yemeği yiyince de dağılın; sohbete dalıcı kimseler de olmayın! Çünki bu hâliniz, peygambere eziyet veriyor, fakat o sizden utanıyor. Allah ise hakkı söylemekten çekinmez.” Ahzab, 53 Büyüklere tazim gösterilmelidir. Ebu Said El-Hudri ra’dan rivâyet edilmiştir Kureyza Yahudileri Sa’d b. Muaz’ın vereceği hükme râzı olmuşlardı. Nebî asm da Sa’d’ e gelmesi için haber gönderdi. Sa’d bir merkep üzerinde geldi. O mescide yaklaştığı zaman Peygamber asm ensara hitaben “Efendinize veya hayırlınıza ayağa kalkınız” dedi. Buhârî, Müslim, Ebu Davud Bu hadis büyüklere saygı için ayağa kalkmayı bize ihtar ediyor. Bir mecliste konuşma yapılacaksa konuşmayı büyüklere bırakmak gerekir. Buhârî ve Müslim’in bir rivâyetine göre peygamberimizin huzuruna 3, 4 kişilik bir grup geldi. Onlardan küçüğü konuşunca, Peygamberimiz, “Büyük konuşsun, büyük konuşsun” dedi. Bunun üzerine yaşça büyük olanlar konuştu. Bir zümrenin veya bir cemiyetin büyüğü geldiğinde ona ikramda bulunulmalıdır. İbn Ömer ra Peygamberimiz asm’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir “Bir kavmin büyüğü size geldiğinde ona ikramda bulununuz saygılı olunuz.” İbn Mâce Bereketin ve hayrın büyüklerle beraber olduğu bilinmelidir. İbn Abbas ra Peygamberimiz asm’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir “Bereket sizin büyüklerinizle beraberdir.” Taberânî, Hakim Büyüklerin duâsı alınmalı veya onların duâsına nail olunmaya çalışılmalıdır. Büyükleri birer rehber bilmeli ve onların örnek hayatı bizim için ibretlik ders levhaları olmalıdır. Büyüklerin sünnetle nurlandırdığı çığırı takip etmelidir.
Merhamet ve şefkat en kıymetli hasletler... İnsan yaratılmışların en kıymetlisi ve değerlisi olmasının yanında eğer merhamet sahibi ise bir o kadar daha kıymetli hale gelir. Rabbinin huzurunda takvaca üstün bir hale gelir. Rabbinin yanında yükselen, kul nazarında değer görmez mi? İsmi dahi geçtiği vakit içleri ısıtan ve huzur veren 'merhamet'...MERHAMETİ ŞAHANE “Bir akşamdı. Mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmıştım. Gelen mektup, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertiplemiştim. Tam huzûra çıkmak üzere iken bir telgraf geldi. İstanbul Lâleli Postahânesi memurlarından birinin Hünkâr’a çektiği bir telgraftı bu… Bîçâre memur, telgrafında; karısının o gece doğum yapacağını ve doğumun da tehlikeli olacağına dair doktorların kendisini îkāz ettiğini, fakat elinde hiçbir imkân bulunmadığını, bu sebeple merhamet-i şâhâneye sığındığını bildiriyordu. Ben de bunu pek kayda değer görmeyerek zât-ı şâhâneye vereceğim listenin içerisine almadım. Ancak huzurda Padişah, âdeti üzere her şeyi ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra ilâve etti –Başka bir şey var mı?» –Kayda değer bir şey yok efendim!” dediysem de Sultan, ısrarla suâlini tekrarladı ve; –Sen kayda değer saymadığını da söyle!» dedi. Bunun üzerine malûm telgraftan bahsettim. Arza değmeyeceğini düşünerek listeye almadığımı bildirdim. Hüzünlenerek tâlimat verdi –Hemen getiriniz!» Şaşkın bir vaziyette telgrafı getirdim. Sultan, orada yazılanları dikkatle okudu. Ardından düşündüğümün tam aksine hemen saray doktorunu çağırtarak bana döndü; –Derhâl beraberce Lâleli’ye gidiniz ve doğum yapacak olan kadıncağıza gerekli müdahaleyi yaptırınız!» diye ferman buyurdu. Sultan’ın bu emri üzerine saray doktoru ile o memurun evine gittik. Vazifemizi yerine getirip hastahâneden döndüğümüzde ise, vakit sabaha yaklaşmıştı. Saraya girince, kapının sesinden bizi fark eden Sultan, perdeyi araladı ve eliyle; Gelin!» diye işaret etti. Odasının ışıkları yanıyordu. Demek ki, sabaha kadar ibâdet ve duâ ile meşgul olmuştu. Hemen huzûruna girdik. Neticeyi sordu. Olduğu gibi anlattım –Sultanım, doğum bir hayli müşkil oldu. Ancak mütehassıs doktorların gayretleri ile hasta kurtuldu elhamdülillâh. Bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adını da Abdülhamid» koydular. Sabaha kadar gözyaşları içinde zât-ı âlînizin ömür ve devletlerine duâ ettiler.» dedim. Bizi ayakta dinleyen milletin merhametli babası olan Hünkâr, bu durum üzerine rahatlayarak derinden bir; Elhamdülillâh!» dedi. Sonra paravananın arkasına geçerek iki rekât şükür namazı kıldı.” ŞEFKAT VE MERHAMET SAHİBİ ABDÜLHAMİD HAN Bunlar İslâm medeniyetinin yetiştirdiği merhametli, rakik gönüllü ve hassas insan tipinin mümessilleridir. Bir başka misal olarak Birinci Abdülhamid Han da, Özi Kalesi’nin düşman eline geçmesi üzerine, büyük bir teessür ile; “Asker evlâtlarım ve masum ahâlim parçalandı!” diyerek ümmet-i Muhammed’in ızdırâbını sînesinde duydu. Bu acıyla felç geçirdi ve kısa süre sonra vefât etti. O padişahlar ki, kendilerini Hâdimü’l-Harameyn, Mekke ve Medine’nin hizmetkârı addeder, hattâ Harameyn-i Şerîfeyn»in süpürgecisi olduklarına işaret eden bir sorguç taşır ve mübârek beldenin süpürgecilerinin maaşlarını kendi servetlerinden verirlerdi. Hiçbir Osmanlı padişahı; Medîne-i Münevvere’den gelen mektubu tahtında oturarak dinlememiş, mutlaka ayağa kalkarak kimden gelirse gelsin o mektubun geldiği mekâna ihtiram göstermiştir. Öyle ki Abdülaziz Han, bir gün hasta yatağında iken kendisine mektuplar arz ediliyordu. Sıra Medine’den gelen mektuplara gelince, yattığı yerde dinlememek için yardımcılarına; “Beni kaldırın!” dedi ve iki kişinin kollarında doğrularak mektubu ayakta dinledi. Sultanların gönül dünyasının bu kıvamda olduğu İslâm toplumunda, halkın da mâneviyâtı çok yüksekti. Kaynak Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl 2017 Ay Ocak Sayı 143 KONU İLE İLGİLİ VİDEOLAR İslam ve İhsan
peygamber efendimizin yardımseverlik ile ilgili hikayeleri